Close

Ebru Köksal: Ön yargıları değiştirdiğimi düşünüyorum.

ebru-köksal

İş dünyasında saygın lider kadın figürünü başarıyla temsil eden Ebru Köksal; futboldan iş dünyasına, özel hayatından anneliğine kadar geniş yelpazede çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Zamanında Wall Street’te çalışan nadir Türk’lerden biri olan Ebru Köksal, FIFA, UEFA, Türkiye Futbol Federasyonu ve Galatasaray Spor Kulübü’nde uzun yıllar üst düzey görevlerde bulunan, futbol severlerin yakından tanıdığı bir isim…

Türk futbolundaki gergin ortama da atıfta bulunan Ebru Köksal, “her fırsatta birbirine cevap vermek yerine ortak faydalar için beraber hareket eden kulüp başkanları olsa çok şey değişir” dedi.

İşte Ebru Köksal’ın eniyikadin.com’da Ferit Ömeroğlu’na verdiği özel açıklamalar;

Ebru Köksal’ın kendini keşfettiği dönemi hangi tarih aralığında olduğunu ve o keşfin ortaya çıkma sebeplerini dinlemek istiyorum.

Aslında tek bir nokta değil kendini keşfetmek veya neyi neden yaptığını anlamak. Benim için 50 yaşına girerken belki de bütün yapboz parçalarını bir araya getirebildiğim bir dönem oldu. Hep çok başarılı bir insandım, hep daha yüksek hedeflerin peşinde koştum. 2017’de Harvard’daki yedi haftalık bir ileri yönetim diploma programına gitmiştim. Orada ilk defa bir koçum oldu. Hayatımda hiç mentörüm veya koçum olmamıştı. Beni çok zorladı, neden hep başarmak istiyorsun ve hırslı bir insansın diye.  Başarılı olmaya çalışırken arada yaptığım bazı hatalar da olmuştu. O sordukça benim de böyle bir kendimi arayış sürem oldu. Hatta bir TedX konuşmam var denk geldiyseniz. Olay aslında döndü dolaştı çocukluktaki bir olaya geldi, kimine göre eksiklik kimine göre belki de değil; 7 yaşında kalbim kırılmış, doktor bana demiş ki hayatın boyunca spor yapamazsın ve çocuk sahibi olamazsın. Skolyozun var. O yedi yaşındaki naifliğimle kendimi mükemmel bir çocuk zannederken, bir anda hayır sen aslında engelli bir birey olma yolundasın diyorlar. O belki de çok kırıcı bir şey değil, ama o an ailemin buna gösterdiği tepki ve onların sevgisini kaybettiğimi düşünmeye başlıyorum. Kendi kendime de diyorum ki; beni sevmeleri için başarılı olmam lazım. Hep başarılı olayım ki insanlar beni takdir etsinler. Bunun yanlış bir şey olduğunu belki de ancak 50 yaşında görebildim.

Çok iyi bir öğrenciydim, Robert Koleji kazandım ve ilk sekizde bitirdim, tam burs alarak Amerika’ya gittim, Brown Üniversitesi’nden Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler dalında iki diplomayla mezun oldum.. Brown’dan zaten Wall Street’te çok az insan iş buluyordu. Hele Türk’lerin o dönemde bırak üniversiteye gitmeyi böyle bir iş bulması da çok zordu. Brown’dan 1990’da işe aldıkları 3 kişiden birisi bendim. Tek Türktüm. Orada yine çok zorlu ve rekabetçi bir 2 sene geçirdim. Tam Harvard Business School’a başvurdum. Sonuçları beklerken o zamanki erkek arkadaşım. Evlenme teklif etti. Her şeyi bıraktım çok âşıktım döneceğim Türkiye’ye dedim. Evlendik 2 çocuğumuz oldu.

Yıllar sonra 2016’da tası tarağı toplayıp “ben Harvard’a gidiyorum 25 senedir hiç aklımdan çıkmadı çok istediğim bir şeydi” dedim. Tabi oraya gelene kadar önce 11 senelik çok başarılı bir yatırım bankacılığı kariyerim oldu. Türkiye’ye döndüm Citibank’ta çalıştım, ardından AIG’nin Türkiye’de kurduğu bir yatırım fonu vardı orada çalışmaya başladım. Orada işin ilk gününde beni Galatasaray’a toplantıya gönderdiler. O zamanki başkan Faruk Süren, benim Citibank’tan eski müşterimdi. Ben işe başladıktan 2-3 ay sonra 2. Çocuğuma hamile olduğumu öğrendim ve kızım Galatasaray’la ortaklık anlaşmasının imzalandığı gün doğdu, 1 Ekim’de.

3 hafta sonra patron beni ofisine çağırdı ve “Senin iki tane çocuğun var fonun iş yükünü artık kaldıramazsın, dolayısıyla ben senin kontratını feshediyorum ama istersen seni Galatasaray’a geçici CFO olarak tavsiye edebiliriz.” dedi. Ben tabii ki lohusa hormonlarımla beraber de hemen “Avukat tutuyorum ben, sizi dava ediyorum.” dedim. Faruk Bey aradı o sırada “Teklif hiç kötü değil sen 6 ay gel bir dene istiyorsan burası çok değişik bir sektör.” dedi. Konfor alanında kalmak kolaydı ama cesaretimi toplayıp, peki, neden olmasın deyip kabul ettim.

Benim babam Galatasaray’ın genç takımında basketbol oynamıştı, kaptanlık yapmıştı. Çocukluktan beri Galatasaray sevgim zaten vardı. Aslında macera biraz da öyle başladı. Çünkü o zamana kadar olan okul ve iş hayatımdaki başarılar tabii ki başkalarının da yapabileceği, takip edebileceği şeyler. Oradan sonrası enteresan bir yola döndü. Beni ikna ettikten 6 ay sonra, Faruk Süren seçime gitti. Mehmet Cansun geldi. O da 6 ay anlaşmışlar seninle ama bir 6 ay daha kalır mısın dedi. Peki dedim.

3 ay sonra Sportif AŞ.’nin başına geçmek ister misin diye sordular, ona da neden olmasın dedim. Hiçbir pazarlama tecrübem yok aslında ama değişik geldi ve çok ciddi bir mücadele vardı. İki ortak arasında ihtilaflar da çıktı. Çok zorlu bir dönem oldu çünkü iki ortağın birbiriyle hukuken bir kavgaya giriştiği bir dönemde sen bu şirketin sağlığını korumak ve bir zarar görmemesini sağlamakla görevli bir insan konumuna geliyorsun. Aslında başkası olsa benim ne işim var o kavganın ortasında deyip çıkabilirdi ama ben kalmayı tercih ettim. İş gittikçe tabii ki daha da zorlaştı. Her gelen başkan önce 15 kişilik bir yeni bir yönetim kuruluyla geliyor. Hep erkekler. Her seferinde de “Niye bizde bir kadın CEO var, ne alakası var. Zaten Galatasaray Liseli de değil, Robert Kolejli. Başka birisi kalmadı mı?” dendi.

Tabii bu da bir hırs yarattı bende. Benim kadar donanımlı ve tecrübeli birisini sırf kadın diye nasıl istemezler diye düşündüm. Aslında belki de pes edip gitmek gerekirken ben tam tersi her sefer inatla kaldım, verilen her görevi de başarıyla yerine getirdim. 2009 yılında Adnan Polat başkandı,  stattan sorumlusun dedi. Ben dedim istemiyorum ne işim var benim stadın inşaatında. Tam 2008 krizinden sonra inşaat durmuş, ciddi sıkıntılar olmuş. Hiç sevmem ve anlamam. Gittik geldik günlerce, daha sonrasında Adnan Başkan dedi ki hayır bu işi sen yapacaksın bu bizim en önemli projemiz, ben başkasına güvenemiyorum bu konuda dedi.

Birbirinden büyük challenge’ları seven onu başardıkça da takdir edildiğini görüp bundan hoşnut olan bir insan olarak bunu da yapacağım dedim. Bütün o kötü koşullarda, kötü havalarda, soğuklarda ayağımızda çizmeler kafamızda kasklar şantiyede yaşadık… Gerçekten hayatımın en zor projesiydi çünkü bir tarafta TOKİ ve sayısız taşeron, işin sahibi biziz ama aslında değiliz. Hiç anlamadığım mekanik elektrik toplantılarından çıkıp iş güvenliği ve yangın yönetmeliği gibi bambaşka toplantılara giriyordum. Ama çok değişik bir tecrübeydi. Oralarda şunu öğrendim; insanın her şeyi bildiğini zannetmesi  kadar yanlış bir şey yok. İlk önce neyi bilmediğini anlayıp kabul etmen lazım. O eksikleri de doldurabilecek en iyi ekibi ve en iyi insanları etrafında toplaman lazım. Maalesef bu aralar pek çok liderin etrafında çok sesliliği istemediğini de görüyoruz. Hâlbuki sana doğru eleştirileri yapmaktan ve doğruyu söylemekten çekinmeyecek insanlar etrafında olduktan sonra başarmak çok daha mümkün.

Stat bitti, açıldı. Ondan sonra yine bir ilk gerçekleşti. O sene dünyada ilk defa bir kadın, futbolu yöneten kurumlardan bir tanesinde seçime girerek erkeklere karşı yönetim kurulu üyesi seçildi. En önemlisi, pek çok insan, kadın veya erkek hayatını fırsatlar karşısına çıksın diye bekleyerek geçiriyor. Birilerinin sizi fark etmesini bekleyip de takdir veya terfi beklememelisiniz. Ben Avrupa Kulüpler Birliği Yönetim Kurulu’na aday olduğum zaman da herkes imkânsız, bir kadın kazanamaz bu seçimi demişti. Ama herkes şaşırdı tabii kazandığımı görünce. Ben tabii tek tek oy verecek kulüpleri aradım. Neden benim doğru bir seçim olacağımı ve sadece Türk temsilcisi olacağımı değil de Avrupa futbolu için de ne gibi katkılar sağlayabileceğimi anlattım. Seçim günü bir baktılar ki üç kişinin seçileceği 27 kulübün olduğu grupta en yüksek oyu ben alarak seçildim.

Sonrasında 1,5 sene Karl Heinz Rummenigge Başkanlığında Avrupa futbolunun en önemli isimleri ile beraber görev yaptım. Sonra belki de hayatımın en kötü kararlarından birini aldım, 2011’de Federasyondan genel sekreterlik teklif edildi. Çok düşündüm, kafam geldi gitti. İlerde bir yerlerde ayaklarıma dolanacağını kötü sonuçlanacağını belki de o günden görebilmiştim. Biraz da hırsıma ve başarma isteğime yenildim. Ama gittiğime pişman değilim bunlar önemli tecrübeler, ağır yaralar ama her ağır yara ileriye yönelik mutlaka bir şeyler yönetiyor. Oradaki işim çok kısa sürdü. Aleyhime sosyal medya kampanyasından ölüm tehditlerine kadar olan süreç gerçekten çok üzücü ve çok tatsızdı.

“SPORU HALA TUTKUYLA SEVİYORUM.”

Ünal Beyle süreç nasıl gelişti?

Son derece Avrupai bir yaklaşımla gelişti. Federasyondan teklif geldiği zaman, biz senin tabi ki kalmanı isteriz ama bu Türk Futbolu için kaçırılamayacak bir fırsat. Ben sana ne git diyebilirim ne kal diyebilirim bu senin kararın dedi. Öyle dönemlerde biraz daha net bir şekilde bırakma kal demelerini bekliyorsun. Bırakıyorum dediğinde sana kal demiyorlarsa demek ki o kadar da istemiyorlardı beni diye düşünüyorsun. Sonrasında ben federasyondan ayrıldıktan sonra kulübe başkan danışmanı olarak geriye geldim, sonrasında da Ünal Bey beni 2013 seçimlerinde listesine aldı. 2015’e kadar da yönetim kurulu üyeliği yaptım. Çok enteresan ve zor bir süreçti. Şimdi dönüp baktığımda o dönem yaşadıklarımıza, her gece yatağa yatıp gece yarısı “bugün ne olmuştu, acaba yarın gazetelerde hangi yalan haber çıkacak” diye uyanıyordum. Ama hiçbir günümden pişman değilim hala tutkuyla seviyorum futbol sektörünü.

Aşık olmasaydınız Amerika’da, bugün Ebru Köksal nerede olurdu?

Yine eninde sonunda gelirdim Türkiye’ye, ülkemi çok seviyorum. Yine muhtemelen finansta daha uzun süre devam ederdim diye düşünüyorum ama hayatta her şey açılıp kapanan kapılar… Yani aldığınız kararlarla da çok alakalı bir şey her dönüm noktasında o tarafa veya bu tarafa gitmek sizin seçiminiz. Önemli olan kararlarının arkasında durmak ve ondan da mutlu olmaktır. Dönüp baktığımda benim kariyerim hiçbir zaman düz bir çizgi olmadı. Düştükçe kalkabilmek ve koşmaya devam etmek lazım.

Sizi farklılaştıran bir unsur olup olmadığını sorsam ne söylemek istersiniz?

Benim farklılaştığımı düşündüğüm birkaç konu var. Bir tanesi cesaretim. Ben bu güne kadar hiçbir şeyi yapamam diye denemekten çekinmedim. Kafama koyduğum her şeyi denerim beceremezsem de bundan ne öğrenebilirim derim. Bu duygusal olarak her zaman bu kadar basit olmuyor tabii. Her başarısızlık mutlaka derin bir iz bırakıyor. 2012’den başlayarak hem özel hayat hem de iş hayatımda başıma gelen bazı aksilikler esnasında keşke daha çabuk geri dönüp kendimi keşfetme, tanıma çabasına girseymişim diyorum. Bana bugün en büyük eksikliğiniz, zayıflığınız nedir diye sorulduğunda eleştiriyi kabul etmemek ve sevmemek diyorum. O İngilizce Tedx konuşmasında şöyle bir cümle kurmuştum; Sevgi ve kabulün hep başarıdan geçtiğine inanmışımdır. İşlerimi kaybettiğim dönemde eğer ben şunun genel müdürü değilsem kimim diye düşünüyordum. O kartvizitle var olduğumu zannetmişim çok uzun yıllar.  O olmadan da sevilebileceğini takdir edilebileceğini fark etmek biraz zaman alıyor. 2017’deki Harvard tecrübesi de hayatımı çok değiştirdi. 2018’de Harvard Business School’un Fark Yaratanlar ödülünü aldım. İlk defa verilen bir ödüldü ve dünyada 35.000 mezun arasından o ödülü alan 3 kişiden biriydim.

ÖN YARGILARI DEĞİŞTİRDİĞİMİ DÜŞÜNÜYORUM.

Ebru Köksal bugüne kadar neyi değiştirdi?

Ben öncelikle ön yargıları değiştirdiğimi düşünüyorum. “Futbol erkek sporudur, futbol yöneticisi ancak erkekler olabilir” düşüncesi hakim. Sadece Türkiye’de değil dünyada da bu sektörde tepeye ulaşabilmiş 8-10 kadından bir tanesiyim. Bu neden önemli, bunu bir piramit olarak düşünürsek giriş seviyesinde kadınların girmekten imtina ettiği bir sektörde tepede yolu açarak kadınların girmesine olanak sağlıyorsunuz. Dolayısıyla benim futbolda yaptığım pek çok kadına başka sektörlerde de ilham oldu. 2011-2012 yılında kariyerimde yaşadığım olumsuzluklar başıma gelene kadar ben kendim bile sektördeki varoluşumu normal karşılıyordum, özel bir başarı olduğunun farkında değildim, “Galatasaray da bir dünya markası ben de sonuçta marka yönetiyorum” diye düşünüyordum. Başıma gelenlerden sonra ben ne kadar önemli bir şey yapmışım diye düşündüm.  Son beş senede kadınlara ilham vermek için özellikle futbol ve spor sektöründe yaptığım sayısız konuşma oldu. FIFA için bir liderlik eğitim modülü oluşturdum. Ağırlıklı olarak benim yaşadıklarımdan da yola çıkarak hazırlanmıştı. 50’yi aşkın ülkede futbol sektöründe çalışan kadınlara eğitim verildi. Harvard’da da aldığım ödül zaten bununla alakalıydı. Önyargıları değiştirmenin aslında bazen negatif sonuçları da olabiliyor. FIFA ve UEFA Yönetim Kurulu seçimlerinde kadın kotası koydular. Biz bunu Avrupa Kulüpler Birliğine de uygulatmaya çalıştık. “Bir kadın erkeklere karşı seçimlere girip kazanabildiyse diğer kadınlar da kazanabilir, kotaya gerek yok” gibi bir geri dönüş aldık. Ben bugüne kadar yaşadığım başarı ve başarısızlıkları anlatmaya başladığımdan beri hem kendimi daha iyi hissettim hem de bir sürü insandan hiç aklımda yoktu ben de şöyle bir şey yaptım size müteşekkirim tarzı mesajlar alıyorum bu da çok iyi hissettiriyor.

Kadın kimdir sizce?

Ben kadın erkek ayrımını seven bir insan değilim ama kadının en ayrıştırıcı ve önemli özelliği annelik ve beraberinde gelen sahiplenme duygusu diyeceğim. Ancak illa bu hissi doğurarak yaşamak gerekmiyor. Kendini anne gibi hisseden çok erkek de var tabii, çocuğuna belki bir anneden daha fazla katkı sağlayan. Bir tek doğurmamış, çocuğunun her türlü ihtiyacını karşılayan bakımını yapan babalar da var. Ama kadınların sorumluluk sahibi olması, merhameti, bir başka insanı, bir canlıyı, bir projeyi, bir şirketi sahiplenmesi daha farklı… Ben bunu aynı özveriyle çoğu erkekte göremiyorum. Ya da sahiplenme sebepleri farklı oluyor. Erkekler biraz daha materyalist olabiliyor. Benim için annelik bugüne kadar yaptığım en güzel şeydi. Biraz zor çocuk sahibi oldum. Tedavi görerek çocuk sahibi oldum. Her çocuk değerlidir sonuçta tabi ki ama zor sahip olunca verdiğin değer daha da fazla olabiliyor.

Anne, sosyal kadın, iş kadını ve beraberinde pek çok etiket; zor bir soru olacak ama sıralama yapacak olsaydınız hangisi ilk sırada gelecek olur?

Ben kesinlikle annelik diyeceğim. O karşılıklı sevgi ve başka bir bireyin yaşamına ve gelişimine sağladığınız katkı gerçekten hiçbir yerde ölçümü veya ödülü olamayan bir şey. Sonraki sırada tabi ki iş kadını kimliği gelecektir. Hatta bunlar ara ara yer de değiştirdiler benim hayatımda. Özellikle bir kadın olarak, sonuçta futbol kulübü genel müdürüyseniz takım ile deplasmana da gideceksiniz. Benim 15 yıl boyunca her hafta sonumun bir günü maçta geçti. Onlar çocuklarla geçireceğiniz değerli zamanlar aslında.

Üç büyüklerde görev almış ilk kadın başkan adayı olarak öne çıkıyorsunuz. Böyle bir beklentiniz var mı gelecekten?

Bugün eğer bir kulüp üyesi veya taraftarı Başkan olabilmeyi hayal etmiyorsa gerçek taraftar ya da üye değildir. Ben hep kendime hiçbir zaman seçilmeyebilirim ama aday olmadan da ölmeyeceğim diyorum. Zaman neyi gösterir bunu bilemiyorum, doğru zamanı bekleyip görmek lazım. Ben değilsem bile başka bir kadının üç büyüklerden birinin başkanlığına talip olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şunu da gördüm; erkek egemen yönetim kurullarında bir kadının içeri girmesiyle hem verimlilik ve karar kalitesi daha çok artıyor hem de performans yükseliyor. Bizim sevgili Candan Erçetin’le görev yaptığımız dönemde kimsenin açmaya cesaret edemediği konuları bizim açtığımız itirazları bizim yaptığımız çok oldu.

“KENDİ ŞİRKETİNİZDE HİÇBİR ZAMAN ALMAYACAĞINIZ KARARLARI TARAFTAR BASKISIYLA ALABİLİYORSUNUZ”

Neden Galatasaray?

Babam sayesinde Galatasaray’ı tutmaya başladım. Maalesef Türkiye’de taraftarlık bilinçle başlamıyor çünkü çok küçük yaşta başlıyor. Daha sonrasında da özellikle bir takım kültürü, gelenekleri ve değerleri ile kalbinizde yer ediyor. Bazı gelenekler maalesef bozulmaya başladı ama önceden yönetim kurullarında iki üç dönem görev yapmış birisi Başkanlığa aday olurdu ve her yönetimden başkan adayları yetiştirilirdi. Çünkü spor sektöründe siz kendi alanınızda çok başarılı olabilirsiniz, bin kişilik şirket yönetmiş olabilirsiniz, milyar dolarlık bütçe yönetmiş olabilirsiniz ama spor kulüplerinin işleyişi çok daha farklı. Normalde kendi şirketinizde hiçbir zaman almayacağınız kararları taraftar, medya ve kamuoyu baskısıyla alabiliyorsunuz.

“HER FIRSATTA BİRBİRLERİNE CEVAP VERMEK ZORUNDA HİSSETMEYEN SÜPER LİG BAŞKANLARI BERABER HAREKET ETSE ÇOK ŞEY DEĞİŞİR”

Avrupa ile rekabet koşullarının giderek zorlaştığı global futbol endüstrisinde mevcut Türk Futbolu sisteminde yapılması gereken reformlar nelerdir sizce? Bu rekabet giderek artarsa kayıplarımız neler olur?

Derhal yapılması gereken ilk şey iç barışın sağlanması bence. Bizim en büyük sorunumuz beraber hareket edemiyor olmak. Yayıncı kuruluşlara, sponsorlara, lisansiyelere karşı kulüpler olarak beraber hareket ettiğimiz dönemler vardı. Ama şimdi özellikle de herkesin kendi üyelerine ve taraftarlarına hoş görünmek için yaptığı çıkışlar ve suçlamalar var. Chelsea’nin başkanı olan Bruce Buck’ın güzel bir sözü var, Liverpool’la buraya Süper Kupa finali oynamaya geldiklerinde söylemiş bunu; “biz haftada bir gün sahada rakibiz altı gün ortağız, biz beraber hareket etmezsek Premier Lig’in yurtdışındaki markası bilinirliği tanınırlığı bu seviyeye ulaşmazdı”. Beraber hareket etmen lazım ki izlenme oranların artsın, sponsorlar gelsin, gelirler yükselsin. Bizim gibi ülkelerin yapması gereken en önemli ikinci şey de sporcu yetiştirmek. Yıllık futbolcu transfer hacmi 7 milyar dolarlar seviyesinde. Bugün Slovakya, Hırvatistan gibi ülkeler bile bizden daha fazla futbolcu yetiştiriyor. Biz de ticaretin içerisindeyiz ama büyük çoğunluğu bizim yetiştirdiğimiz sporcular değil. Bunun için de ülkenin bir sporcu yetiştirme politikası olması lazım. Bunların hepsi uzun vadeli çözümler. Bir stratejiye mutabık kalınıp başlansa bile en erken 5-8 senede sonuç verebilir. Ama en azından aynı masanın etrafında birbiriyle iyi geçinen hakaret etmeyen her fırsatta birbirlerine cevap vermek zorunda hissetmeyen Süper Lig başkanları beraber olsa bunun getireceği sinerji ve ortak yaratılacak gelirler çok daha fazla olacak diye düşünüyorum.

Ebru Köksal olarak kulüp başkanlarına veya kulüpler birliğine yönelik bir çalışmanız, projeniz var mı?

Şu anda Avrupa’da 29 ülkede ligler kendi kendilerini yönetiyorlar. 2012 yılında kulüpler birliğinde Süper Ligin Federasyondan ayrılması gerektiğiyle ilgili çalışmayı hazırlayıp sunduk. Sn. Ünal Aysal’a o zaman da dediler ki kulüpler birliğinin başına sen geç ve bu projeyi hayata geçir, o da dedi ki ben daha yeni geldim kendi kulübümü önce bir yapılandırmam lazım. İlk aşamada sadece federasyonun Süper Lig yayın gelirinden aldığı payda bir değişiklik oldu. Önceden %12 iken %4’e indi.  Ligin teknik olarak ayrılması için bazı kanun değişiklikleri lazım, henüz yeni Kulüpler Yasası ile ilgili çalışmalar tamamlanamadı.

“YARIŞ SADECE KENDİNİZLE ASLINDA”

Bu satırları takip edecek genç okurlar olacaktır Ebru Köksal vizyonu onların meslek hayatına başlarken nelere dikkatli yapması gerektiğini söyler?

Öncelikle hiçbir zaman için kendilerini eğitmekten vazgeçmemeleri lazım. Ben üniversiteyi bitirdim şöyle okudum böyle okudumlarla o iş bitmiyor. Hele ki artık dünyaca ünlü üniversitelerden internet üzerinden ders almak da mümkün. Hem kendilerini kişisel olarak hem de mesleki olarak geliştirmeleri lazım. İş dünyası çok hızlı değişiyor. Bugün var olan pek çok meslek ileride olmayacak. Bu seçimleri yaparken de ileriye dönük bir şekilde seçim yapmak lazım. Hayat başkasının hayatını yaşamak için çok kısa diyor Steve Jobs. Anneniz istiyor babanız istiyor diye değil tutkulu olduğunuz şeyleri yapmanız lazım. Yarış sadece kendinizle aslında.

“GALATASARAY YÖNETİMİNİ İLETİŞİM KONUSUNDA BAŞARISIZ BULUYORUM”

Galatasaray’ın bugünkü yönetimini başarılı buluyor musunuz?

Çok başarılı bulduğum tarafları var, bulmadığım tarafları var. Genel kurulda yaptığım konuşma da o yöndeydi. Ben iletişim konusunda başarılı olmadıklarını düşünüyorum. Şuna inanıyorum, siz kendinizi ne kadar methederseniz edin insanların hakkınızda ne düşündüğü her zaman daha önemli. Bırakın başkaları sizi methetsin. Finansal yönetim açısından sıkı bir yönetim sergilediklerini, disiplini elden bırakmadıklarını düşünüyorum. Genel kurul kararlarının bazıları uygulanmadı. Açıkça söylemek gerekirse ben uygulardım. Uygulamamak da tabi ki onlara kalmış bir şey.

“SPORTİF BAŞARIDAN ÇOK ÖZELLİKLE FALCAO GİBİ OYUNCULARIN GELMESİYLE GLOBAL BAZDA BİLİNMEK ÖNEMLİ”

Galatasaray için başarı beklentiniz nedir?

Çok iyi bir kadro kuruldu.  İnşallah yurtdışında bu sefer gruplardan çıkıp tekrardan hızlıca ilerlediğimiz döneme geçilir ama ben sportif başarıdan çok özellikle Falcao gibi bir oyuncunun gelmesiyle yurtdışı pazarlama ve tanınırlık için tekrar bir çalışma yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bugün Asya’da Alman kulüpleri, ki Bayern Münih’ten bahsetmiyorum, İtalyan kulüpleri, Fransız kulüpleri.bizden çok daha iyi tanınıyorlar. Bizim o pastadan daha fazla pay almak için çok çalışıyor olmamız lazım.

scroll to top