Close

Microsoft Türkiye İK’dan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı: “Kendi karakterimle de savaştım”

İş dünyasının kıymetli isimlerinden Microsoft Türkiye İK’dan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Esra Gaon eniyikadin.com’a özel açıklamalarda bulundu. “Hayat değerlerime baktığınız zaman; güven, adalet, samimiyet, açık iletişim profesyonel yaşantımda çok önemli” diyen Gaon, hikayesi ile ilgili çarpıcı bilgiler paylaştı.

“BENİM YARIŞIM TAMAMEN KENDİMLE…”

Hikayenizi sizden dinleyebilir miyiz?

1978 yılında İstanbul’da doğdum.  Aile değerlerine çok inanarak büyüyen biriyim. Rahmetli babamın 6, annemin 7 dil konuştuğu bir evde büyüdüm. Hep farklı kültürler, farklı değerleri benimseme üzerine heyecan içinde olan bir ailede yetiştim. Eğitim hayatıma bakarsak Koç Üniversitesi dışında herkesin bildiği, herkesin gitmek istediği okullarda yetişmedim. Belki şimdi dönüp baktığımda, daha azimli, daha mücadeleci olma özelliklerim bundan kaynaklanmış olabilir. Şişli’de büyüdüm, kardeşim doğana kadar bir mahalle okulu olan Şişli Evrim Lisesi’nde okudum. Ondan sonra İstek Vakfı Kemal Atatürk Koleji’ne geçtim. Kemal Atatürk Koleji, İngilizce ağırlıklı eğitim veren bir Türk lisesiydi. Lise çağında ne istediğime az çok karar vermiştim. Hep bir psikoloji heyecanım vardı. Bu konuyla ilgili yapmak istediklerim, heyecanlarım lise döneminde başladı. O yüzden lisede bir takım kurslara gittim. Liseyi ikincilikle bitirdim. Ama bu benim için bir başarı değildi çünkü kendime koyduğum hedefler biraz fazlaydı. Üniversiteye gidene kadar hayatınızda iz bırakan önemli noktalardan biri nedir diye sorarsanız; annem ve babam hep böyle geleneksel bir bakış açısı yerine “nasıl daha yaratıcı olabilirsin, ne olursa olsun nasıl ayakta kalabilirsin, nasıl daha fazla mücadeleci olabilirsin, daha farklı karakterlerin olduğu ortamda –çünkü yazları yazlıktayız kışları kışlıkta- kapalı bir toplum ve ortama kendini nasıl açabilirsin” gibi konularda beni desteklediler ve yönlendirdiler. O dönemlerde 16 yaşında staj yapmaya başladım. Çevremde o yaşta staj yapan yoktu. İlk stajlarımı hep kendi sektörümün dışında yaptım. Kendi sektörüm derken psikolojinin dışında. “İthalatı, ihracatı nasıl öğreneceğim, nakliye şirketi, lojistik şirketi, gıda şirketi nasıl çalışır” diye merak edip farklı yerlerde çalıştım. Ben stajın önemine çok inanıyorum. Kişiliğinizin oluşmasında, farklı insanlar tanımanızda, farklı sektörler görüp ne isteyip istemediğinizi anlamanız noktasında çok desteği oluyor. Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazandığım gün benim için çok mutlu bir gündü. Benim için Koç, hayatıma baktığımda en önemli anlardan bir tanesi. Kişiliğimin gelişmesinde oldukça önemli yeri var. Üniversitedeyken en büyük hayalim akademisyen olmak ve pedagoji üzerine uzmanlaşmaktı ama hayattaki bazı zorunluluklar sizleri istediğiniz zaman istediğiniz noktalara getiremeyebiliyor. Benim için yarış 18-19 yaşlarında başladı. Ailemin sorumluluğunu almam gereken, kendi önceliklerimi geri plana atmam ve aileme destek olmam gereken bir dönemdi. O dönemde bana “Hayatı tek kelimeyle tanımlasanız ne olurdu?” diye sorulduğunda yarış yanıtını vermiştim. Benim yarışım tamamen kendimleydi. Başkalarının üzerinden bir şeyler yapmak değil de kendimi en iyi şekilde göstermeliydim. Benim için hayat erken başladı. Aynı anda hem akademisyenlik hem de master yapmak istedim ama olmadı. Kendime benim iş hayatına atılmam lazım dedim. Biz Koç’ta fazla özgüvenli yetiştirildik. Koç’un bana kattığı en önemli şeylerden bir tanesi budur. Stajla bir yere gelelim ve orada kendimizi gösterelim, bir yerlere yükselelim istedik. Çünkü iş yoktu, iş olunca da çok ciddi bir rekabet vardı. Ben o dönemde bir arkadaşım aracılığıyla bir şirkette, belirli sektörlerin işe alım uzmanı olarak geçici kadroyla göreve başladım. 6 ay sonra kadro açıldı. Normal çalışan olarak kadroya girdim. Benim için yeri çok önemliydi çünkü insanları tanıyordum, bir sürü iş öğreniyordum. İzmir’de, bir yabancı şirkete avukat tutmaktan çok tanımlı bir otomobil şirketine çok tanımlı bir İK direktörü bulmaya kadar farklı projeler yürüttüm. Farklı eğitimler almış insanları farklı işlere tanımladığım bir süreç oldu. Bu iş bana çok ciddi bir yetkinlik ve bilgi kazandırdı. Dolayısıyla benim hayalim, şirket tarafında insan kaynaklarına yönelmek oldu. 2001’de, tam krizin olduğu dönemde, Nicholson International’a girdim. 2003’de başka bir danışmanlık firmasına geçtim. Orada da bir dönem çalıştıktan sonra dedim ki ben hayalimi gerçekleştirmek istiyorum; sektör önemli değil. İnsan kaynakları benim bir şekilde insanların gelişimine, kariyerine, yetenek yönetimine, işe alıma, oryantasyona, insan kaynaklarının bütün fonksiyonlarına destek olacağım bir görev varsa bunu bir şirkette yapabilmek istiyordum. 2003’teki dönemde beni danışmanlık firmasından tanıyan bir arkadaşım sayesinde Microsoft’ta bir İK uzmanı rolü olduğunu öğrendim. Fakat bu rol buranın bordrosunda değil dönemsel bir roldü. Ben yine de bir şansımı deneyeyim dedim. Oraya gidersem, bir şekilde kendimi gösterirsem bir yerlerden kapılar açılır diye düşündüm. Tabii ki, özgeçmişim nedeniyle işe alım ve oryantasyon tarafında Microsoft Türkiye’de işe başladım. Kendimi tanıttıkça, ilerledikçe, bir şekilde farklı fonksiyonlarda daha çok insanla iş yaptıkça insan kaynaklarının parçası olmaya başladım.

“ÖĞRENMEYE ÇOK AÇIĞIM, FARKLI BAKIŞ AÇILARI KAZANMAK İSTİYORUM”

Emek tarifini yapar mısınız?

Şahsi fikrim, emek ödün vermektir. Hayatınızda bir şeylere ulaşabilmek için, bazı şeylerden ödün verirsiniz. Çok çalışmak da bir ödün vermektir. Belki daha az uyursunuz. Ben belirli aşamalardan geçmek için çok emek sarf ettim. Yıkıldığım noktalarda çok güvendiğim insanlardan destek aldım ama geri dönüp baktığımda üniversitede tezimi yazarken günlerce uyumamak, emek sarf etmekti. Aileme destek olmak için kendi hayalimi bir parça geriye itmek de bir ödün vermekti. Kendimi ispatlamak için belki çok daha fazla çalıştım, ekstra görevler adım. Tüm kariyerimde, staj dönemimden itibaren tek bir görevim olmadı. Bir görevi alınca mutlaka ek bir görevim daha oldu. İnsan kaynaklarında farklı fonksiyonlar derken “sana bir bölgesel proje verelim bunu da yönet” dendi veya bu tip yan görevlere ben gönüllü oldum. Bunları neden yaptım? Çünkü öğrenmeye çok açığım, farklı bakış açıları kazanmak istiyorum. Bir geri bildirim aldığımda sıkılmamak için öğrenmek istiyorum ya da hata yapmamak için. Hata yapmamak konusu bende çok hassas bir konudur. Hiçbir zaman mükemmeliyetçiyim demedim. En iyisi olsun isterim ama hata yaparak bir şeyler öğrenildiğini de biliyorum. Bir konuda ancak bir şeyler öğrenildiğinde bir an önce ayağa kalkılabildiğini deneyimledim.  Bu yüzden emek benim için hakikaten bir noktaya ulaşmak adına, kendi hayatınızda başka yerlerden ödün vermek anlamına geliyor. İlla herkes böyle mi olmalı? Tabii ki hayır. Daha prensipli olup, “ben her günü sekizde bitiririm, sabah da sekizde kalkarım” denebilir. Benim için bunlar çok güzel rol modeller ama bunlar benim hayatımda yapabildiğim şeyler değil. Türkiye’nin İK Direktörü olarak ve global bir ekibin dijital dönüşüm üzerine yaptığı çalışmaların İK Yöneticisi olarak çalışıyorum. Mısır da bana bağlıydı ancak Mısır’ı artık yavaş yavaş çıkaracağız. Hep böyle, “onu da alayım, onu da alayım, bir yardım edeyim” dedim. Zaten etrafa yardım eden, bir şeyler katmak isteyen insanların, o emeği sarf eden insanların, her zaman kendi hayatlarından bir parça ödün verdiğini düşünüyorum. Benim deneyimim böyle oldu.

İçerisinde insan olan her konunun sosyoloji ve fikirle ilgili perspektifleri olmalı. Kariyerinizi İnsan Kaynaklarına adamış başarılı bir iş kadını olarak hayal kırıklıklarına uğradığınız çok oluyor mu?

Bizi şekillendiren aslında bu kodlama dediğimiz şey. Sizin sahip olduğunuz hayattaki değerlerin, yaşadığınız deneyimlere büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Hayal kırıklıkları da bunlardan bir tanesi… Benim hayat değerlerime baktığınız zaman; güven, adalet, samimiyet, açık iletişim profesyonel yaşantımda çok önemli. Bu noktalarda beklenmedik bir anda beklenmedik gelişmeler karşısında kendimi de sorgularım, bundan ne ders almam gerektiğini düşünürüm. Bunların beni yönlendirmesini beklerim. Yurtdışında çok sevdiğim bir mentorum var; bu konularda bana “acı kaçınılmazdır” demişti. Buna ne kadar katlanacağınızı kendiniz belirlersiniz. Her deneyim acı mı olmalı, hayır ama hayal kırıklıkları yaşarsınız. Bunlardan ne kadar çabuk ders çıkarır ve bir şeyler öğrenirseniz yola o kadar güçlü devam edersiniz. Bu da yaşadığınız deneyimlerle mümkün oluyor, bende böyle oldu. Hayal kırıklıklarına uğradım, hala çok uğruyorum. Önce kendimi sorguluyorum neyi yanlış yaptım diye. Saygı benim için çok önemli, özellikle profesyonel ortamda kimse kimseyi insan olarak belki sevmek zorunda değil ama saygı göstermek zorundadır. Bu çok başka bir konu. O yüzden hep kendimi sorguluyorum. Düşe kalka öğrenerek, hatalarımı bilmesi gereken insanlarla paylaşarak, geribildirim alarak, birebir deneyimleyerek yaşıyorum. Annem ve babam hep “Hayata sadece bakarak bir izleyici olma, bu hayatın içinde bir rolün olsun. Sahne önünde ya da sahne arkasında olmayı sen seç ama bir rolün olsun” dedi. Ben bunu şöyle yorumluyorum, “Profesyonel yaşantımdan çıktığım zaman nasıl anılmak isterim. Kendim için yarattığım marka nasıl? İyi bir İK direktörü mü, herkese yardım eden mi, bize doğruyu söyleyip düşünceyi kararı bize bırakan mı?” İyi bir şekilde anılmak benim için önemli. Ben de bunun için çalışıyorum; tabii hayal kırıklıkları da bunun bir parçası bence. Bunu yüksek sesle söyleyebilmek bile çok zamanımı aldı. Ciddi mutsuzluklar yarattı bende. Ben olması gereken şeyi engelleyemem ama oraya giden yolda attığım adımlardan emin olmalıyım. Benim için en büyük ders ve değer budur.

“DEĞİŞİMİ YÖNETMEYİ ÖĞRENDİM”

İş kadını olmak size ne öğretti? Üç maddede açıklayın.

Değişimi seven biri olmadığımı anladım ve iş kadını olmak bana değişimi yönetmeyi öğretti. Yaratıcı, farklı çözümler, sosyal yetkinlikler bana çok şey kattı. Hayatım boyunca kendi yolumu çizmek isteseydim iyi bir modacı, tasarımcı olmak isterdim. Microsoft’un bana ilk olarak kazandırdığı en önemli şey, kaliteli ve doğru şekilde değişimi yönetmek oldu. İkincisi ise durumsal liderlik. Bu benim hayatımın özeti oldu. Kısacası, insanı bir kalıba sokup ona sürekli aynı şekilde davranamazsınız. Yeri geldiğinde o insanı özgür bırakabilmeli, yeri geldiğinde de yönlendirip yardımcı olabilmelisiniz. Bunları anlamak ve ona göre o insana destek olabilmek çok önemli. Buna empati, sağduyu, samimiyet, içtenlik, dürüstlük diyebilirsiniz. Ama hepsinin buluştuğu bir kavram gerekiyorsa ben buna durumsal liderlik diyorum; bu benim için önemli bir değer. Üçüncü olarak stratejik bakışla sonuç odaklılığın birbirini tamamladığını öğrendim. Stratejik bakış, mesleğin gereği zaten. “O konunun bir parçası olmalıyım, o konuda söz sahibi olmalıyım”. Benim kendimde geliştirdiğim sorular bunlar oldu. Biz kurumsal hayatta çalışan bireyleriz, hangi sektörde olursanız olun kurumsal hayat sonuç odaklılığı getiriyor. O yüzden benim için bir stratejiyi tasarlayıp disiplinli bir şekilde uygulamak hangi rolde olursa olsun bir iş kadınında olması gereken temel yetkinliklerden bir tanesidir.

“KENDİ KARAKTERİMLE DE SAVAŞTIM”

Neden?

Bu soruya iki yönden cevap vereceğim; biri kaderci yön. Neden sorusunun başı ve sonu yok, kaderin de başı ve sonu yok. Ben bunu hayatta sadece iş olarak sınırlamıyorum. “Bir şeye aşkla bağlanmak, bir şeyi tutkuyla sevmek ve onun arkasından koşmak… İstemek başarmanın yarısı mıdır, doğru zamanda doğru yerde olmak ne anlama gelir…” Bu söylemler bana biraz romantik geliyor. Çünkü başarmayı çok istedim ve ödün verdim. Başarmanın karşısında benden götüreceklerini söyleseler dahi buna hazır oldum ve savaştım. Savaşmaktan korkmadım. Yılmadım, kendi karakterimle de savaştım. Kendimi yenilemek zorunda kaldım aslında. İnsanların ne dediklerini, benim için ne söylediklerini her zaman önemsedim. Fakat öyle noktalarda oluyorsunuz ki samimiyet kayboluyor. Ne düşündüklerini bilmiyorsunuz ve bir maske takmak zorunda kalıyorsunuz. Sahtelik hiç sevmediğim bir şey ancak belki de güçlü görünmek için yeri geldiğinde maske taktım. Adalet için, doğru için, en başından beri her türlü opsiyonumu denemeye hazırdım.

Kadın kimdir sizce?

Dijital gelişimin etrafında birçok devrim oluştu. Hayatımıza robotlar girdi. “Robotlar insanların işini alacak mı, çocuklarımız bundan 20 sene sonra nasıl işlerde çalışacak, yapay zekâ nedir, sanal gerçeklik nedir?” gibi sorular ortaya çıktı. Biz bunları niye yaptık? İyi bir şeyler yaratmak, çok yönlü bir durum yaratmak için yaptık. Verimliliği artıran, fayda sağlayan, yardım eden ürünler sunuyoruz. Bunlar insanlar için. Bu tanıma baktığınız zaman aslında bunların hepsi, bir kadın olarak, benim için. Kadın, yeri geldiğinde anne, yeri geldiğinde iş kadını, yeri geldiğinde eş, yeri geldiğinde arkadaştır.

Hangi kod sizi daha çok mutlu ediyor?

Yardım etmek. Ben etrafımdakilere faydalı bir insan olmayı istiyorum. Çok yönlü olmak bunu gerektiriyor. Mesela bir kriz yönetiyorsunuz, o krizi yönetirken krizi yansıtmadan sizinle bambaşka bir konuyu konuşup size faydalı olabilen insanlar var. Benim için en önemlisi o, her şeyin ortasında katkıda bulunmayı, fayda sağlamayı isteyen inanılmaz özverili bir insan olmak istiyorum.

Bu alanda istihdam edinmek isteyen genç nesil nasıl farklılaşmalı?

Üniversite kariyer günlerine gittiğimde hep öğrencilerle aynı havayı solumaya çalışıyorum. Çünkü bence hayatımızda önyargı ya da yargılar var. İK için de önyargılar var. Mesela İK nedir diye sorduğunuzda herkes “işe alır işten çıkarır, performans değerlendirir” diyor. Dördüncü bir görev tanımı duymanız zor. Biraz daha işin içinde olan “kariyerine yardımcı olur” gibi bir cevap veriyor. Öyle baktığınız zaman aslında bir kalıba sokuyorsunuz. Eğer bu konuyla gerçekten ilgiliyseniz birkaç küçük önerim var. Birincisi İK bu dönemde çok iş odaklı olması gereken, sektördeki işi anlaması gereken bir fonksiyon. Çünkü İK şirket içerisindeki insanlar için stratejik bir iş ortağı. Bu işi yapabilmek için iş ortaklarının ne iş yaptığını iyi anlamak zorunda. Eskiden size bir görev tanımı veriliyordu “hadi buna göre adam seç, performansı iyi değil yollarımızı ayıralım”. Artık öyle bir durum yok, İK’da siz kendi işinizde bir danışansınız. Bunu yaparken en çok sahip olmanız gereken yetkinlik, araştırmaya yatkın olmak. Dünyada neler olduğunu bilmeniz, takip etmeniz gerekiyor. Biz “human transformation”, “human capital” diyorsak yaptığımız her şey çok önemli. Örneğin, “robotlardan neden korkuyoruz” çünkü insanların farklı şeyler yapması gerektiğini düşünüyoruz. Bunları araştırmak, değer katmak, teknolojiyi tüketen bir toplum olmak yerine teknoloji üreten bir toplum haline gelmek çok değerli. O yüzden hep bunları söylüyorum. İK’yı daha geniş bir perspektiften değerlendirebiliyor musunuz? Eğer evetse, ikinci aşama kendinizi değerlendirdiğinizde IQ’nuz ve EQ’nuzu birleştirebiliyor musunuz? Nerede IQ nerede EQ kullanacağınızı test edebiliyor musunuz? Arkadaşlarınızla, ailenizle ya da kendinizle iletişimdeyken bunları nasıl kullanıyorsunuz? Mesela bazıları der ki “Ben dinleyeceğim, anlayacağım, koçluk yapacağım”. Çünkü İK’da işe alırken de dinliyorsunuz, başka konularda da dinliyorsunuz. Her şey dinlemekle başlıyor ve yönlendirmekle devam ediyor. İnsanlara onları önemsediğinizi göstermeniz gerekiyor. Karakteriniz bu özeliklere sahip değilse İK sizin için doğru bir bölüm değil. Kim olduğunuzu bilmek, trendleri araştırmak çok önemli. Analitik yetkinlikler de oldukça önemli. Artık dünyada her yerden veri akıyor. Verileri doğru tanımlamak, anlamlandırmak da önemli bir yetkinliktir. Bundan on sene önce böyle bir şey yoktu. Bizim en başarılı gördüğümüz İK yöneticilerine baktığımızda Endüstri Mühendisliği bölümü öne çıkıyor. Mühendisliğin size kazandırmış olduğu disiplin çok farklı. Hayata entegre olmak ve sürekli gelişim de İK’da aranan özelliklerin başında geliyor.

Mülakatlarla ilgili bir anı alabilir miyiz sizden?

Benim için mülakatlarda fiziksel mesafe çok önemlidir. Birbirimizin gözünün içine bakacağız ne çok yakın ne çok uzak olacağız, esprili bir görüşme de geçebilir çok mesafeli bir konuşma da. 13-14 sene önce bir mülakatımda bir aday içeri girdi ve “Esra Hanımcığım” dedi, aldı elimi öptü, “Hoş geldin” dedi. Ben kendi kendime bir tiyatro var ve biri beni sahneye çıkardı diye düşünüyordum. Samimiydi ama bu da ekstra bir samimiyet bence. Karşıma oturdu, “Hoş geldiniz” dedim. Daha sonra “Hadi sohbet edelim biraz.” dedi. “Tabii ki, sizi bu rol için buraya davet ettik o yüzden sizi rol kapsamında tanımayı, değerlendirmeyi çok isteriz.” Oturdu ailesini anlattı, ailesiyle gittiği tatilleri anlattı. Bir türlü konu işe gelmedi ve biz o konuşmayı hiç iş konuşmadan bitirdik. Hayatımda yaptığım en enteresan mülakattı. Hatta çıktım yöneticisini gördüm yöneticisi de çok maskülen bir adamdı, bu konuşmayı anlatırken yerlere yattım gülmekten. Dedim ki, sana bu olayı gülmeden anlatabilmem mümkün değil. Mülakatlarda “ben güzelim/yakışıklıyım” diye mi beni işe alıyorsunuz diye soran bile oluyor. Mülakatlarda kendin gibi olmak beni çok etkiler.

İşe almadığınız ve daha sonra başka bir şirkette başarıyı yakalamış olarak denk geldiğiniz ve işe almadığınıza pişman olduğunuz birisi oldu mu?

Mutlaka vardır. Performansını yeterli bulmadığımız ve yollarımızı ayırdığımız ama farklı yerlerde bambaşka noktalara gelen çalışanlar oldu. Son dönemde bu kişiyi kaçırdık dediğim biri olmadı. Ancak alamadığımız ve yaklaşamadığımız biri oldu.

“İŞTEN ÇIKARDIĞIM İNSANLARLA O KONUŞMAYI YAPARKEN HEPSİNİN YÜZLERİNE BAKARAK AĞLADIM”

Mesleğinizde duygu yönetimini nasıl yapıyorsunuz? Karşınızda o işi çok ihtiyacı olan ancak yeterli olmayan biri var. Duygu tarifi nasıl bu işin?

Duygularını sonuna kadar yaşayan bir karaktere sahibim. İlk işten çıkardığım insanlarla o konuşmayı yaparken hepsinin yüzlerine bakarak ağladım. Hepsini iyi tanıyordum. Hiçbirinin işsiz kalacak tek bir gün lüksü yoktu. Sonra mesleğimi doktorluğa benzetmeye başladım. Duygu körelmesi değil aslında ama nasıl ameliyat yapmak zamanla çok daha mekanik hale geliyorsa, benim için de süreçler öyle oldu. Hayatta o kadar şey yaşamış ki bu insanlar, bir de bu kâbusun üzerine ben şimdi onlara işin yok diyeceğim. Öğrendiğim günden uygulayana kadar geçen aralıkta günde ancak üç dört saat uyuyabildiğim zor zamanlar geçirdim.

Bir gün kendi hikayenizin filmini çekip, müziğini yapıp, şehrini inşa edecek olsaydınız. Bu hangi film, müzik, şehir olurdu?

Sliding Doors. Hayatta iki seçim üzerine birbirine entegre iki ayrı hayatı yaşamak. Yani bir trene bindiğinde, kadın hayatını bir şekilde yaşıyor. O treni bir saniyeyle kaçırıp sonraki trene bindiğinde bambaşka bir hayat onu bekliyor. Benim bir hayatım akademisyenlik ve çocuk psikolojisi üzerine şekillenecekken ben başka bir trene atlayıp buraya geldim o hayatı deneyimlemedim. Ama geçmişe baktığımda beni çok etkileyen hep o hayatta ne olurdu acaba diye sorduğum filmlerden biridir Sliding Doors. Müzik olarak bir Türkçe bir yabancı var. Sezen Aksu’nun Kutlama isimli şarkısı. Ferzan Özpetek filmlerini çok severim. Serseri Mayınlar’ın son sahnesinde yer almıştı, çok hoşuma gitti. Hüzünle mutluluğu bir arada bulunduran bir şarkı olduğunu düşünüyorum. Yabancı olarak da geçen sene beni çok etkileyen, Ed Sheeran ve Andrea Bocelli’nin Perfect adlı düeti. Favori şehirlerim ise Floransa ve Barcelona. Barcelona beni çok etkiliyor. Bir tarafı çok modern ve gelişmeye açık. Bir tane deli var orada Gaudi diye, delice eserleri var. Çok değişik bir tabiat ve özgürlük bir arada…

“MİCROSOFT, SON DÖNEMDE SOSYAL AKTİVİTELERİYLE DAHA İNSANA DOKUNAN BİR HALE GELDİ. “

Microsoft ile ilgili bilgi vermek isterseniz İK alanında nasıl motivasyon çalışmaları yapıyorsunuz?

Çalışan bağlılığını sağlamak için çalışanlarımızdan oluşan 40-45 kişilik bir grubumuz var. Grubun başında da bir yöneticimiz bulunuyor. Bunun için bir bölüm var. Genel Microsoft’un yaptıkları var. Microsoft’ta annelik, babalık izinlerini yasal izinlerden çok daha fazla…  Mesela babalık izni bizde 6 hafta, annelik izni 20 hafta ve süt izinlerimiz daha uzun. Çalışanlarımızın sosyal sorumluluklarıyla ilgili kullanabildikleri fazladan 3 gün izinleri var. Ailesinden veya yakın çevresinden vefat eden biri olduğunda 3 hafta izin veriyoruz. Bunların hepsi yasal izinlerine ek olarak veriliyor. Bu gibi şeyler çok bağlayıcı oluyor. Esnek çalışma saatleri, evden ve işten çalışma dengesini kuruyor. Tabii ki takımdaşlığı yaratmak adına işten çalışmayı hala hepimiz benimsiyoruz ama bu gibi esneklikler de sunuyoruz. Bizim çalışan bağlılığı adı altında birkaç tane inisiyatifimiz var. Bunlardan bir tanesi “giving back” hareketlerimiz. Orada bir yöneticimiz var, Bilge, bize çok yardımcı oluyor. Ayrıca ailelerle veya tek başımıza aktiviteleri düzenleyen Social Club var. Tiyatro dersleri aldığımız Drama Club var. Bir tanesi beni çok etkiliyor “We are One” diye bir etkinliğimiz var. Birbirimizden, müşterilerimizden, ortaklarımızdan ve ekosistemimizden neler öğrenebiliriz diye düzenliyoruz. Bu fikir biri sunum teknikleri anlatsın, öteki ürün anlatsın diye ortaya çıktı. Sonra bunu sosyal hayatımıza indirgeyelim dedik. Mesela fotoğrafçılık yapıyorsun bize fotoğrafçılığı anlat ama önce sana bir eğitim aldıracağım ki, iyi sunacağından ve öğreteceğinden emin olayım. Gönüllülerin listesini sene başında topluyoruz. Onlara bir sunum teknikleri eğitimi aldırıyoruz. Sene içindeki ajandaya bilgileri atıyoruz. Geçmişte fotoğrafçılık, baristalık gibi konular anlatıldı. Bu etkinliği son dönemde daha da profesyonel hale getirdik. Pazarlama ekibimizin yönettiği bir hale gelen etkinlikte, pazarlama ekibimiz önemli müşteri hikâyelerini sunuyor. Mesela bir tanesi çok ilginçti. Müşterileri seçtik. Microsoft’la deneyiminizi anlatın dedik. Bütün şirketlere iyisiyle kötüsüyle sorular sorduk. “Niye bizi seçmedin, niye rakibimizi seçtin?” gibi sorular yönelttik. Çok enteresan hikâyeler oluştu. Hep böyle zihin açmaya yönelik etkinlikler gerçekleşti. Tabii ki, ödül mekanizmamız da var. Şunu diyebilirim ki Microsoft, son dönemde sosyal aktiviteleriyle daha insana dokunan bir hale geldi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Leave a comment
scroll to top