Close

Müge Ulusoy: Sadece Kendimle Yarışıyorum

 

Kurtlar Vadisi dizisinde oynadığı Meral karakteri ile hafızalara kazınan Müge Ulusoy 20 yılı aşkın süredir ‘Müge Ulusoy Medya’ şirketi ile sektöre değer katan markalardan biri oldu. “Her zaman en iyisini yapayım” diye yola çıkarım diyen Müge Ulusoy eniyikadin.com’dan M. Fırat Yarar’a çarpıcı açıklamalarda bulundu.

eniyikadin.com/ ÖZEL HABER
M.Fırat Yarar

Oyunculuğunuzun yanında sektörde ve halk tarafından da tanınıyor olmanızın menajerlik mesleğinize katkısı neler oldu? 

Halk tarafından tanınıyor olmamdan ziyade sektörde etkisi oldu mu, öncelikle onu düşünmek lazım. Çünkü halk menajerlik tarafımla değil de oyunculuğumla ilgileniyor. Ama oyuncu kökenli olmamın oyuncularla empati kurabilmemde menajerliğe büyük bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Oyuncularla iletişim kurarken , karşımdaki cümleye başladığında neyi istediğini ve neyi istemediğini çok iyi bildiğim için cümleyi zaten kafamda  tamamlıyorum. Çünkü tecrübemin yanı sıra empati gücüm çok yüksek. Doğal olarak oyuncu ile aynı taraftan bakabiliyorum. Hem çalıştığım oyuncular için hem de benim için büyük bir avantaj oluyor. “Oyuncu olduğun için bizi daha iyi anlıyorsun” cümlesini bu yüzden sıklıkla duyuyorum.( gülümseyerek )  

Tabii, konservatuvar eğitimi de almıştınız… 

Evet, eğitimim gereği gözlem odaklı bir yapıya sahibim. Bu gözlem durumu da istem dışı gelişerek bende içselleşmiş bir halde sürüyor.  Böylece hayata karşı detayları gözleyerek yaşamış oluyorum. Bu sadece oyuncular bazında değil elbette, günlük hayatımızın içinde yer alan her insana dair oluyor. Bazen bir gösteride sıra beklerken, bazen yanıma oturan bir kişiyle iletişim kurarken… İnsan ilişkilerinde mutlaka bir şeyler dikkatimi çekiyor. Hoşuma da gitmiyor değil. ( gülümseyerek) Bu, farkındalığının ne kadar yukarıda olduğuyla alakalı olan bir şey aslında. Gözlem devamında farkındalığı getiriyor ve bu farkındalık empatiyle beraber harmanlanınca avantaja dönüşüyor. 

Siz bir marka danışmanısınız. O yüzden empati yeteneğinizin sadece oyuncularla kısıtlı kalmadığını da söyleyebilir miyiz? Daha doğrusu farklı sektörlere de marka danışmanlığı yapar mısınız? 

Yapıyorum zaten… “Müge Ulusoy Medya” bünyesinde sadece menajerlik departmanı yok ki, kişiye veya firmalara özel PR çalışmaları, tanıtım prodüksiyonları da mevcut.. Burada bana destek olan çok kıymetli bir ekibim var. Kimisi kadrolu, kimisi de freelance olarak çalışıyor. Yoğun bir araştırma, sıkı bir medya takibi ve fikir toplantılarının ardından muhteşem çalışmalara beraber imza atıyoruz. Sizin de bildiğiniz üzere, menajerlik köken olarak Türkçe bir kelime değil, manager, management  yani yönetici, yönetim manasına geliyor. Manager yani marka danışmanı olarak (Gülümseyerek), kişinin marka değerini artırma, yeni stratejiler belirleyerek yol haritasını oluşturma üzerine emek sarf ediyorum. Aynı şekilde kişi ve kurumların da hedeflerine uygun, vizyonlarını geliştirici ve marka kimliğini yaratarak sektörlerinde sağlam bir yer edinebilmelerini sağlamak için çok çalışıyorum.  

”BAŞARI ODAKLI BİR YAPIYA SAHİBİM”

Oyunculukta da menajerlikte de, attığınız birçok adımda marka değeri sağladınız. Bu bir sır ise, sırrı bizimle paylaşabilir misiniz?  

Teşekkür ederim. Ben başarı odaklı bir yapıya sahibim. Bu hangi işte olursa olsun, ne yaparsanız yapın böyledir benim için. Örneğin, evde toz alıyorsam bile özenle yaparım. Güzele, estetiği ve başarıya takıntılı bir yapıya sahip olduğum için “Başarılı olayım” diye değil de, “En iyisini yapayım” diye yola çıkıyorum her seferinde. Mottom şudur; “Ne yapıyorsam, yapabildiğimin en iyisini olmalı.” Sadece kendimle yarışıyorum. Yaptığım işte kendimi görüyorum. Başkalarının ne yaptığı ile ilgili sadece dışarıdan yüzeysel bir şekilde bilgi sahibi olabilirsiniz. Ne kadar dolu ya da ne kadar eksik tam olarak bilemezsiniz. Çünkü insan sadece kendi ile var olmalı. Bu farkındalığı kendime yönettiğimde çok daha hat safhada tabii ki. “Ben neyi en iyi şekilde yapabilirim, neyi yapamam, yapamadığım şeylerdeki eksikliklerim nelerdir, nasıl bunu tamamlarım” bu soruları sorarım. Kısacası kendimle uğraşırım. Kendime karşı dürüst olmaya çalışırım. İnsan tecrübeyle eksiğini ya da fazlasını görmeli diye düşünüyorum. Her yaşadığın şey başka bir kapı açıyor. Hayat hiç durmayan bir nehir… Zaman sürekli akıyor. Sanki bir boşlukta bir yerlere doğru yol alıyoruz. Dolayısıyla, burada neyi, nasıl yaptığımız önemli. Eğer içine sinen bir durumla karşı karşıyaysan ve herkes de bunu görebiliyorsa o zaman başarılı oluyorsun.  

Neyi doğru yapıyor Müge Ulusoy?  

Ben kafama koyduğum her şeyi yapıyorum. Yaptığım şey kimilerine göre doğru mu, değil mi bilemem ama hissettiğim şey doğrudur. Hislerimden yola çıkıyorum. Bir işi yaparken “hissettiğim şey ne” ona bakıyorum. O bana doğru geliyorsa “Tamamdır” diyorum. Çok yalın bir disiplinle yaklaşıyorum diyebilirim. Mantığımla hislerimi dengede tutmaya çalışıyorum. Beni tanıyanlar iyi bilirler, mantığım da hislerim kadar ön plandadır. Ama şunu diyebilirim ki, hislerim hiçbir zaman yanıltmadı.  Bu soruya bir örnek vermek çok zor haliyle, fakat direkt somut bir şekilde cevap vermem gerekirse, ben işimi iyi yaparım. Sevmeyi de doğru yaparım. Benim tanımımda sevgi, ikircikli, hesaplı kitaplı değil; içinden gelen duygunun olduğu gibi yansımasıdır. Adeta bir bebek gibi, bir saflık halidir sevgi. O yüzden de çocukları çok severim. Neyse odurlar. Yanlış gelen bir şey olduğunda pat diye söylerler. Geçen gün, iki kişi sohbet ediyordu. Birinin elinde sigarası vardı ve yanlarındaki çocuk,  dumanından rahatsız olunca direkt “Çek şunu” dedi. Çok sevdim, o kadar doğaldı ki… Ben bu tür ayrıntıları yakalamayı da seviyorum. Çünkü orada bir samimiyet var. Sevgi samimiyettir bence, doğallıktır, saflıktır.  

Aslında pek çok insanın dikkat etmediği detaylar bunlar…  

Detaycı biriyim evet, ama bu takıntılı bir ruh hali olarak algılanmasın. Empatiden kaynaklanan bir detaycılık… “Onun yerinde ben olsam nasıl hissederdim?” Bu bende Müge olarak çok yoğun bir şekilde var. “Hayat nasıl güzelleşir?” diye sorsanız cevabım empatiyle olur. Herkes birbiri için empati kursa, dünya çok daha güzel bir yer olurdu düşüncesindeyim. Bu yüzden de az önce verdiğim örnekte, ben de sigara kullanmadığım için o çocuğun ne derece rahatsız olduğunu anlayabiliyorum ama o şekilde tepki veremem tabii ki… (Gülerek) 

Başarı için farklılaşmak lazım derler. Sizler gibi bir kariyer hedefleyen gençler başarı için nasıl farklılaşmalı?  

Diyelim ki aynı eğitimi alan bir öğrenci grubuyla karşı karşıyasınız. Hepsi de aynı anda mezun oluyor ve iş hayatına başlıyorlar. Başlangıç noktaları aynı ama aldıkları yol, vardıkları nokta çok farklı olabiliyor. Demek ki burada, biraz kendin ile uğraşman, kendini geliştirmen gerekiyor. Genel olarak çocukluğu geride bırakarak gençliğe adım attığı andan itibaren hayata atılan insanların öncelikle kendilerine yönelmeleri lazım. “O ne der, bu ne der, ben bunu yapabilir miyim?” sorularını bir kenara bırakarak hata da yapabilmeyi göze alma cesareti göstermeleri gerekiyor. Başarı, hata yapa yapa elde ettiğimiz bir şeydir. O yüzden korkmamak ve cesaretli olmak lazım. Kendini tanırken de cesaretli olmalısın. Hayatımızda en zor soru şu; “Ben kimim?” Ben çok iyi resim yapamam ama çizimle ilgili bir ortamın içerisinde yer alıyorsam kendimi geliştirmek için elimden geleni yaparım. Öğrenmeye ve geliştirmeye adarım kendimi. Bunlar genel cümleler gibi görünse de aslında çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde maalesef herkes istediği hayatı yaşayamayabiliyor. İdealindekiyle örtüşmeyen koşullarda da yaşıyor olabilirsin ama bunu avantaja çevirebilirsin. Buradaki avantaj ise, olduğun durumdan farklı bir şekilde sıyrılarak çıkmaktır.  Bunun için de önce kendinle hesaplaşarak kendini tanımaya cesaret etmelisin. Çünkü zaman içinde geliştikçe değişeceksin de…  

GENÇLER CESARETLERİNİN İÇİNİ BİLGİ VE SABIR İLE DOLDURMALILAR

Şu an için genç nesli nasıl görüyorsunuz? 

Maalesef daha çok hazıra konmaya çalışan, sabırsız, sanki bir anda sihirli bir değnekle istedikleri yere hemen geçebileceklerini düşünen bir gençlik söz konusu. Bu da beni üzüyor. Önce bir hedef belirlemek gerekmez mi? Bir hedefin varsa eğer, o hedefe odaklanmak için olduğun yerde veya durumda kendini belirledikten sonra çok çalışmak ve sabretmek lazım. Genel olarak gençlerde ne yazık ki öyle bir şey yok, “ben hemen olayım, benim istediğim şey hemen olsun” düşüncesindeler. Fast food gibi… Suçlamak için söylemiyorum, üzülüyorum. Her şeyi elde etmeye çalışıyoruz ama üretmiyoruz. Üretmezsek gelişmeyiz, gelişmezsek geriye gideriz ve hal durum böyle olunca bu vatana nasıl faydalı olabiliriz diye bir yığın soru geliyor aklıma. Gençlerin aslında cesaretli olduğunu ama bunun için yeteri kadar çalışmadığını düşünüyorum. O cesaretin içini sabırla, bilgiyle ve deneyimle doldurmaları gerekiyor. Bir de ne istediğini bilmeyen bir anda çok paraya sahip olmak gibi bir hayale hakim olduklarını görüyorum. Zenginlik her zaman para demek değildir ki, zenginlik kendini geliştirebilmektir. Hayat yolculuğumuzun sonunda “Ben ne yaptım” dediğimizde “Bunları yaptım, gönlüm çok rahat” diyebilmektir zenginlik.  

Bunda sosyal medyanın etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Çünkü orada ideal bir hayat sunuluyor ve herkes sanki o ideale ulaşmaya çalışıyor. 

Evet, bunlar verilmek istenen mesajlar olabilir. Ama bunlar dışında da mesajlar var, niçin en kolayına gidiyoruz o zaman? Herkesin elinin altında telefon var. Ama baktığımızda en başarılı insanlar neden Anadolu’dan çıkıyor? Çünkü, imkansızlıklardan imkan yarattıkları için hazıra konan kişilerden 1-0 öne geçiyorlar. Eskiden mum ışığında, gaz lambasıyla dersini çalışıp da ABD’de gibi dünyanın farklı yerlerinde çeşitli alanlarda büyük başarılara imza atan insanımız var. Ne kadar güzel başarı hikayelerine sahibiz. Bu yüzden gençlerde başarı hikayelerinin çoğalmasını arzu ediyorum. Ülkemizi başarıyla tanıtmalarından gurur duymak istiyorum. Yakınmalarını veya şikayet etmelerini değil… Her şeyden kaçarsak ve emek vermezsek sonuç olarak hiçbir yere varamayız, öyle değil mi? 

TEKNOLOJİYİ NE KADAR VERİMLİ KULLANIYORUZ?

Peki, neler yapması gerekiyor gençlerin? 

Birincisi, her insanın mutlaka başarabildiği, diğerlerinden kendisini farklı kılabildiği becerisi vardır. Bu yüzden her gencin bir hobisi olmalı. İkincisi, insan ilişkilerini çok kafaya takarak merkeze koymamalılar. Ayrıca, bir ara geldiklerinde artık telefonları ellerinden bırakmalılar diye düşünüyorum. Telefonu bırakarak ne kadar süre birlikte sohbet edebiliyoruz? Teknolojik olarak bizleri esir eden unsurlardan uzaklaşmamız lazım. Teknolojiyi seviyorum, yenilikleri takip ediyorum her zaman da bunu söylerim ama gençlerimizin bu teknolojiyi verimli tarafa çevirmeleri, kendilerini yetiştirmek için kullanmaları gerekiyor. Artık kütüphaneye gitmeyi bırakalım, kütüphane lafını kullanan var mıdır? Elimizin altında her şeyin olması çok güzel ama bu da biraz tembelliğe mi itiyor acaba? Mesela hiç kitap okumayan insanlara sesli kitap diye bir şey çıktı. Sadece dinliyor, o kadar hazır her şey. Buna rağmen dinlemeyen de vardır tabii (Gülerek) Tüm tüketim alışkanlıklarımız değişiyor ama şunu sorgulamalıyız; sen bu kadar hazıra konarken diğer tarafta kendini geliştirmek için neler yapıyorsun? Bunun muhakemesini yapabiliyor musun? Bunlara dikkat etmesi lazım gençlerin… 

Eminim hala daha sosyal hayatınızda dışarı çıktığınızda, “Aa Kurtlar Vadisi’ndeki Meral” diye bakanlar oluyordur. Nasıl bir duygu?  

Bir iş yapıyorsunuz ve o iş 17 yıldır süregeliyor; bu büyük bir başarıdır. Bu büyük başarının içerisinde olmak da çok keyif verici tabii ki… Orada canlandırdığın rolü gerçekmişçesine ciddiye alıp iltifatlar alıyor ya da tam tersi kızgınlıklarla da karşılaşabiliyoruz. Bu da onların hayal dünyasına katkıda bulunmuşuz demek oluyor. Kaç tane oyuncunun başına gelebilir ki, onore edici bir şey. O işin içerisinde başarılı olan tüm oyuncular gibi kendimi çok şanslı buluyorum. Tepkileri çok fazla yaşadığım için ezbere biliyorum artık (Gülerek) “A siz hiç değişmemişsiniz, hep aynısınız, aslında ne kadar zayıfmışsınız, çok başarılıydınız, neden bıraktınız” gibi klasik cümleler oluyor. Güzel yaklaşımlarla geliyorlar. Gençler de “Biz sizlerle büyüdük” diyorlar, bunlar da çok hoşuma gidiyor. Bu başarının içerisinde yer almak herkese nasip olmayan bir şey. Bu açıdan da hayata teşekkür ediyorum. 

“OYUNCULUĞUMU GIDIKLAYAN BİR PROJE ÇIKARSA NEDEN OLMASIN?”

Daha önceki röportajlarınızda, “bir TV dizisinde oynamayı düşünmüyorum ama zaman ne getirir bilinmez” demiştiniz. Zaman şu an ne söylüyor size? Fikriniz değişti mi?  

Bunları derken hiçbir zaman büyük konuşmamak lazım da derdim. Çünkü yönettiğim bir işim ve sorumluluklarım var. Dizi oyunculuğu dersek, çok zaman alan bir şey. Eskiden daha yoğundum; şu an daha kişiye özel çalışıyorum. Ama geçen gün şunu düşündüm, Nebahat Çehre’yi yıllar sonra Muhteşem Yüzyıl gibi harika bir projede Valide Sultan karakteriyle nasıl muhteşem bir dönüşle geldiğini gördük. Kendim için böyle bir şey olursa, “Aman, hayır yapmam” demem, düşünürüm tekrar. Proje beni çağırırsa, oyunculuğumu gıdıklayan, hoşuma giden bir şey varsa neden düşünmeyeyim?  Geçen ay, Altın Portakal Film Festivali’ndeydik. Bütün filmleri de izledim. An an beyaz perdeyi özlediğimi fark ettim. Kader’den sonra gururla arkasında durabileceğim, kafamı kurcalayan karakteri sergileyebileceğim ve o role can verebileceğim bir sinema filminde oynamak çok isterim. Festival için Antalya’ya gittiğimde kendimle de bir yüzleşmem oldu, çünkü yıllar önce değerli yönetmenim Zeki Demirkubuz’un Kader filmi ile gitmiştim. Zaten bu seneki jüri başkanı da Zeki Demirkubuz’du. Orada kısa bir sohbetimiz oldu. Bana “Neden oyunculuk yapmıyor musun?” diye sordu, ben de “Kader ile o kadar çıtayı yükselttim ki…” dedim, gülüştük.  

Günümüzde oyuncuların “Bu rolü asla oynamam, her rolü oynarım” gibi ayrı çizgilerde ilkeleri oluyor. Oyunculuğun bir sınırı olmalı mı sizce? 

Eğer dünyada diye soruyorsanız bir sınırı olmayabilir ama ülkemiz için aynı şeyin geçerli olduğunu düşünmüyorum. Bu konuda keskin çizgilerde konuşmayı sevmiyorum. Örneğin Türkiye’de şöyle bir şey var; bir aktör belli bir noktaya gelmiş ve oyunculuğuyla kariyer anlamında saygınlığa ulaşmış diyelim.  Toplum tarafından kabul görmeyen bir rolü oynasa bütün kariyeri yerle bir olma riski var.  

KENDİYLE BARIŞIK OLMAYAN İNSANLARDAN UZAK DURUYORUM

Güzellik zamana, şartlara, kişisel bakıma ve özene göre değişebiliyor derler. Sizin güzelliğiniz hep aynı kaldı. Güzel kadın kalmanın tarifini yapabilir misiniz? 

Çok teşekkür ederim, gerçi ben hayatta en çok kendimi eleştirdiğim için kendimi beğenmem de biraz zor oluyor. Güzel kalmak bir kere, yaşantına dikkat etmek ile alakalı. Güzellik her yerinin dört dörtlük olması anlamında değil, bir taraftan sağlıklı yaşamakla da alakalı bence. Ben şöyle yaşıyorum; uykularıma çok dikkat ediyorum. Beni tanıyanlar bilir, saat 22.30’dan sonra telefonuma bakmam. Yatarım, kitabımı okurum, uykum gelince de uyurum. Yıllardır böyleyim. Sabah da çok erken kalkarım, biraz yatakta keyif yaparım. Sonra kahvaltımı yaparken her sabah İsmail Küçükkaya’dan haberleri dinler, günüme başlamış olurum. Kahvaltımı yapmadan evden çıkmam, uykumu almadan güne başlamam çok istisnadır. Günde 2,5-3 litre mutlaka su içerim. Zaten sigara kullanmıyorum, alkol de almıyorum. Çok pahalı markaların kremlerini kullanmayı keseli de epey bir zaman oldu. Kısaca, doğal ürünleri seviyorum.  Ve bir de hatta güzel yaşamak için en önemlisi de şu bence; “stresli, kendiyle barışık olmayan, sürekli şikayet eden insanlardan” mutlaka uzak duruyorum. Hep ben diyen bencil insanları hayatımın birinci değil de, son halkalarına atıyorum. İnsanın içindekinin dışına yansıdığını düşünüyorum. Mutluysa, dışına yansır; yüzünde güzelliği yakalarsın o insanın. Bir söz var, çok hoşuma gidiyor; “Çevrenizdeki 5 kişinin ortalamasısınız.”. Mesafe koymamın, bu tarz insanlardan uzaklaşmamın nedeni öyle bir yapıya dönüşmek istememem. İlk önce iyi insan olmayı hedeflemek lazım… İyi olmak da erdemle ilgilidir. Her hangi bir sıfata sahip olmak, varlıklı olmak, güce veya şöhrete sahip olmak sizi iyi biri yapmaz. Dediğim gibi her şey sevmekle başlar, sevgiyle. Bu yüzden insanları oluruna bırakırım. Şayet yolunda gitmeyen bir durum varsa, “Dur bakalım, bu olmadı ama daha iyi bir şey olacak demek ki, hayırlısı olsun vs.” bakışıyla yaşarım.  

 “Kendimi koruduğum, inandığım ve sevdiğim müddetçe varım” demişsiniz. Kendinizi neyden, nasıl koruyorsunuz?  

Tabii  o röportajın ana fikri ile ilgili son cümleydi bu. Az önce de bahsettiğim gibi, tabiri caizse hayattaki tüm “arızalardan” koruyorum.                      

Bu biraz da kendi değerini bilmekle alakalı değil mi? 

Zaten hayatıma giren o insanlardan dolayı çok mutluyum ve onlara çok teşekkür ediyorum. Onlarla kendime değer vermeyi, kendimi daha çok sevmemi ve nerede ne yapmam gerektiğini öğrendim. Bazı insanlar bir dönem hayatının bir noktasında olması gerekir. Sonra miadını doldurur ve çıkar. Hepsinden çıkardığım bir dersim var, hataysa da kendimi tanımama yaradı.  Atasözlerini ve klişe sözleri gerçek oldukları için çok severim. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru insanla diye bir klişe laf vardır ya, bence çok güzel bir söz. Eğer öyleyse korunmuş olarak var oluyorsun.  Kaçmak değil bu, kendi alanımı korumak. Mesela, desibeli yüksek müzik aleti çalan bir müzisyensiniz. Evinize ses geçirmez bir yalıtım yaparsınız, dışarıdan da bir şey duymazsınız, kimseyi de rahatsız etmezsiniz. Ben de o müzisyen misali, sanki bateri çalıyorum ve ne başkasını rahatsız ediyorum ne de birinin negatife indirgeyen sesini duyuyorum hayatta. 

“İyi ki” ve “keşke” ile başlayan cümle alabilir miyiz sizden? 

“İyi ki” Müge’yim ben… Yani, ben olmaktan çok mutluyum. “Keşke”ler benim için hayallerin başında gelecek şeylerdir. Bu yüzden “keşke” sözcüğü de pişmanlık değil, hayal ettiğim şeylere ulaşma istediğimi hatırlatıyor bana.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Leave a comment
scroll to top